ANTEP PRESS – Söyleşi
Ferhat Kentel : Modernizme İslam dini karşı koyar ama şimdiki müslümanlar değil.
Ferhat Kentel, muhatap aldığı kitleye yabancılaşmadan yaklaşabilen bir sosyolog. Göç Sempozyumu için katıldığı programdan sonra 2009 yılında sonpeygamber.info da çıkan röportajına da değinerek Göç`ten , Modernizme, muhafazakar iktidardan geleceğe dair öngörüleri konuştuk.. Aynı zamanda Taraf gazetesinde de yazıları bulunan Kentel, arada uzamasına engel olamadığımız sorulara da sabırla cevaplar verdi.
-Göçle başlayalım önce. Genelde sempozyum sanki göçün bir yerden bir yere seyahat etme ya da iş bulma noktasında tartışıldı. Siz Şeriati`nin dediğine benze bir şekilde göçü bir ruh halinden diğerine geçmek olarak da nitelediniz. Biz insanların hareketliliği üzerinde durursak sömürgecilik ve yerel kaynakların emperyalist güçler tarafından ele geçirilmesi gibi daha keskin noktalara değinilmedi kanımca sempozyumda. Siz bu noktada ne düşünüyorsunuz?
İnsanlar tarih boyunca biryerden bir yere göçtüler ve tarih ya da antropoloji alanım olmadığı için bunu net olarak değerlendiremem ama modern zamanlara geldiğimizde, insanların doğal ortamlarının deforme olması , şekil değiştirmesi sonucu olan bir durumdur göç. Modernite ve kapitalizm bir yere girdiğinde, kent , sanayileşme girdiğinde,o girilen yerler bir tür piyasa veya hammade alanına dönüştüğünde insanlar yerinden olmuş oluyor. Oraya gidip bir fabrika kurduğunuzda insanların havasını suyunu, tarımsal alanlarını değiştiriyorsunuz. Hayatın kendi geleneksel ritmi bozulunca artık insan olarak dışardan gelen bu etkilerle, hayatınız başkalaşmış oluyor. Buna emperyalizm de diyebilirsiniz, kapitalizm de başka bir şeyde.Ama bu dışardan müdahale ile yaşayamaz hale geliyorsunuz. İşte bizzat 80 sonrası bu ülkede yaşanan Kürt meselesinde, köylerin yakılması sonucu oluşan durumlar gibi. Elbette bunlar turistik seyahat değil, bilfiil bir güç kullanılarak topraklarınızdan atılıyorsunuz. Beyaz adamın kızılderililere yaptıkları, Afrika`nın yaşadıkları… Dolayısıyla göç çok boyutlu bir durum..
– O halde tüm boyutlarıyla bakıldığında göç burda devam etmesi gereken doğal bir durum mu yoksa durdurulması gereken bir hal mi?
Bu durum asla doğal değil. Kapitalizmde hani insan kaynakları denir ya, hammadde, petrol gibi bir girdi olarak insan ele alınmaktadır bu durumda.İnsan da maliyet hesabı içerisinde faktör olarak ele alınmaktadır. Burda kalkınmacı ideolojinin terkedilerek insanın ve doğanın muhafaza edilmesi gerekir. Bu anlamda muhafazakar bir karşı duruş gerekir.Hayatı geri sarmak mümkün değil belki ama bu sınırsız kalkınmacı ideolojinin karşısına durulması için bilinç oluşması gerekir. Ben de çevremi, inancımı, anadilimi korumak istiyorum, güneşe göre uyumak ve uyanmak istiyorum, gdolu tohumlar kullanmak istemiyorum, içinde insan olan doğayı bozan HES`leri istemiyorum. Yani kendi hayatıma ait döngüsel ritmin bozulmasını istemiyorum. En verimli ovalara sanayi tesislerinin kondurulduğu , sadece akıl üzerinden geliştirilen dünyayı istemiyorum. Kalbimin sesine göre yaşamak istiyorum ki bu metafizik diye ya da gericilik diye dışlanmış aşağılanmış bir dünya gibi söylense de bunun değerli olduğunu düşünüyorum.
Modernizmin doğal olmadığını sadece bir parantez olduğunu söylüyorum aslında, insanlığa yıkım getiren tıpkı ulus-devlet gibi herkesi tornaya sokan, Edirne`den Kars`a kadar herkesi tevhid-i tedrisatla eğiten, çatalı bıçağı nasıl tutmamız gerektiğini öğreten zapturaptan kurtulmak istiyorum.Bütün bunlara karşı durmak ve sürekli gündem etmek gerekiyor.
– Sonpeygamber.info daki röportajınızda modernitenin bir din olduğunu ve tıpkı bir din gibi kendisine ibadet etmemizi istediğini söyleyerek ,aynı noktada modernizme karşı da din bir bariyerdir şekline belirtmişsiniz. Bu noktada hayatı sarıp sarmalamayı düşünen bu algıya karşı Türkiye özelinde müslümanlar neden bir karşı duruş ortaya koyamıyor?
Din karşı koyar dedim ama orada müslümanlar demedim tabii ki…(gülüşmeler) Söz konusu olan Müslümanlar da karnını doyurmaya çalışan , Diyanet`ten müslümanlığını öğrenen, atalardan kalan bir din ile yaşayan, her türlü yerel unsurları içine alarak dönüştüren, içselleştiren bir sistemle yaşamaya çalışıyor. Bakın kapitalizm kendini asla kar zarar ilişkileriyle, özel teşebbüslerle açıklamaz , kendini sürekli olarak kültürel olarak satar. İlerleme, çağdaşlık, sekülarizm gibi şeylerle anlatır. Dolayısıyla biz kapitalizme kültürel kodlarla inanıyoruz ve o şekilde bize uyum sağlatıyor. Dini de içine alıyor bu anlamda. Esas olan şu ki biz hep inandık insanlık tarihi inanma hikayelerimizle dolu. Kapitalizm de bizim bu inanmışlığımızı ve aidiyet hasletlerimizi devşirip, kendi kodlarını araya serpiştirip kendi kendini kutsallaştırmıştır. Mesela vergilendirilmiş kazanç kutsaldır sözü buna örnektir. Bu durum bir içiçe geçme durumu ortaya çıkarıyor modernlik müslümanlığa müslümanlık da modernlikle iç içe geçiyor..
– Peki bu durumdan kaçmak sıyrılmak mümkün olmayacak mı?
Pratik bazı durumlar var şimdi hoparlör tutalım konuştuklarımıza. Reklam ve tüketim çılgınlığı sürekli var.. İslami camia AKP`yi çıkardı belli bir başarı ortaya koydu. Ama bundan daha çok olumlu olan bir şey var ki İslami camia homojen bir yapıda değil. Bu bizim avantajımızdır. Mesela Emek ve Anti kapitalizm bağlamında ortaya çıkan söylemler ki bunu söyleyen insanlar müslüman. Tabii bu insanlar beş vakit namaz kılıyorlar mı hepsi bilmiyorum, ama şimdiye kadar varolan ama söylenmemiş şeyleri söylemeleri itibariyle önemlidir.
-Mesela siz fabrikası olan insanların işçilerine fazla maaş vermeyip iftar vermesi ya da yardım yapmasına değiniyorsunuz bu bağlamda..
Bu biraz da modernizme karşı direnişin cemaatleşmesinden kaynaklanıyor. Türkiye modernleşmesi kendisine bir takım ötekiler belirledi. Bu hurafelerle dolu bir dini hedef seçti. Ve gericilik olarak adlandırıldı. Toplum bir süre bu modernliğe karşı direndi ancak daha sonra bu direniş kendi içinde farklı bir totaliter din üretti. Esasen İslamın modernizme karşı çok ciddi bir karşı duruşu oluşturabilecekken beklenenin ötesinde bir din anlayışı ortaya çıktı. Şimdi yeni söylem bu algıyı kırarak aslında olması gereken İslam noktasına bizi getiriyor denilebilir. Yani şöyle düşünün insanlar korunmak için cemaatleştiler, Kemalizm ve modernizmin ötekileştirmelerine karşı korundular, şimdi ise nispeten ölmeyeceği anlaşıldı dindarlığın , bu rahatlık dindarların hayata dair üretimleri olmadığı müddet içerisinde kapitalistleşmemizi sağladı yani bir nevi elini verip kolunu kaptırma durumu ama aynı zamanda yeniden düşünme fırsatına da dönüşüyor Korunmacı bakış açısından çıkılarak ayetlerdeki anlamlara yeniden dönülmeye başlandı. Bu da elbet ayetlerin yorumlanma biçimini de değiştirdi. İslamın otoriter yorumlarından İşte islami sol söylemlere de biraz bu açık kapıdan girilmiş oldu denilebilir.
– Bu noktada mesela Köle azad etmek emrini içeren ayetlerle karşılaştığımızda biz hiç birşey düşün(e)medik.Ya da etrafımızdaki insanlar abiler, hocalar bu konuda birşeyler söyledilerse de uygulama anlamında hiçbirşey yoktu. Ama şimdi köleliğin ne olduğu konusunda düşünmek durumundayız.
Ya da zaten köleliğin İslam`ın ilk zamanlarında kaldırılmış olması düşünülerek din yorumlandığı için olabilir mi ?
– Mesela işte uyuşturucu alkol bağımlılıkları, kadın ticareti, düşük ücretle çalıştırılan insanlar bir çok kölelik tabiri yapabiliriz. İşte bu noktada yeni bir durum belki tıkanıklık var. Bu noktada islami sol denen söylem ilginç bir yerde duruyor, solun söylemiyle içiçe geçen bir söylem de var artık. Ama Graham Fullerin 1 Mayıs öncesi Türkiyenin sol bir söyleme ihtiyacı var söylemi kafa karıştırıcıydı ? Ne dersiniz bu noktada?
Valla Fuller ne zaman söyledi bilemem ama biz on yılca söylemeye başlamıştık birkaç kişi İslam ile sol konuşabiliyor aslında bunu görmek lazım. Artık sol da İslam`la arasındaki mesafeyi tekrar sorguluyor.
– Bundan sonrası için öngörüleriniz var mı ?
Akp`yi toplum getirdi ve bir katalizör görevi görerek mağdurlar üzerinden topluma farklı bakılmak mümkün hale geldi. Artık macun tüpünden çıkmış vaziyette. Dolayısıyla bu yaşanan değişimler hiç olmamış gibi düşünülemez. öyle şeyler konuşuyoruz ki artık bunları yok sayamayız. Farklı düşüncelerden insanların yakınlaşması artık mümkün hale gelebiliyor. Artık bir tek sözün reçete olarak sunulması mümkün olmayacak. Belki de bugün mesela AKP`li işadamı olmak isteyen gençlik ile, geleceğe biraz daha farklı bakan gençlik ya da askeri vesayetten uzak duranlara işte sol söylemi biraz daha vurgulayan gençler gibi temelde aynı ancak farklıklar arzeden söylemlerinin bir ortak dile dönüşebilmesiyle daha iyi bir döneme girilecek gibi geliyor. Bütün bu farklı konuşmayı becerenlerin yaratacağı bir dil olacak ki ben muhabbet dili diyorum buna.Bir tür orta alan yani. Mesela şu anda siz de ben de birşeyler konuşuyoruz. İkimizde hakikate sahip değiliz ama karşılıklı konuşmalarımızdan üreyen birşeyler olacak ve bu konuşmadan biz farklı bir duygu ve bakış açısıyla kalkacağız buradan… Örneğin başörtüsü 20 yıl önceki durumla şimdi aynı değil..
–Bugün salonun yarısı nerdeyse başörtülüydü değil mi?
Evet yani Şehir üniversitesinin %70 i başörtülü. Ana dil problemi mesela artık bu konuda da geri dönüş olmayacak, böyle bir gerçek var artık. İşte 1915 olayları soykırım, tehcir ya da neyse ama bunlar var ve konuşuyoruz artık. Bütün bu olan bitenin sonunda aslında müslümanlar Adalete vurgu yapan ayetlere daha fazla dikkat etmeye başlıyorlar. İhsan Eliaçık bu anlamda öne çıkıyor , Erol Yarar`ı sadece kapitalistler daha fazla dinliyor. Bütün bunlar “ne olacak gelecekte” sorusuna cevap değil ancak iyimser olmak için çok ciddi bir potansiyel olduğunu söylemek mümkün Türkiye`de.
– Son olarak Ermeni meselesi üzerinde birkaç sey sormak istiyorum.Antep Ermeniler hususunda da çok duyarlı. Bir taraftan Fransız işgalinde olan bitenler var. Ama mesela Mitat Enç Selamsız Sohbetleri adlı eserinde yurtdışında bir kadının kendisine getirdiği Antep dolmasını çok beğenir ve kadınla tanışır ki, kadın Antep`ten göç etmek zorunda kalmış bir Ermenidir. Böyle hikayeler de var fazlasıyla ama sonuçta bir soykırım iddiası var ya da tehcir var ve sürekli Nisan ayında yurtdışında bazı parlamentolarda gündeme geliyor. Türkiye ayağa kalkıyor. Böyle bir kısır döngü var sanki. Ne zaman aydınlığa kavuşur bu durum sizce? Ya da nasıl ?
Bir kere tam bir aydınlanma asla olmayacaktır kanaatimce. Hatta 2015 yani 100.yıl yaklaştıkça daha da yoğunlaşacaktır tartışmalar sanırım. Uluslararası kamuoyu da bunu bayağı zorlayacaktır ki dilerim kötü şeyler olmaz. Ama şöyle söylemek lazım, yedi tane ermeniyi öldürmeyen cennete gidemez deyişinin halk arasında bilinip söylenmediği durumdan söylendiği duruma geliyoruz. Artık insanlar hafızalarıyla yaşıyorlar ve hafızayı susturmak çok zordur. Esasen Müslümanlar, Kürt meselesi, Ermeni meselesi asla tek başına bitecek meseleler değil. Bunların hepsi birlikte gidecek meseleler ve birbirlerini etkileyecekler. Mesela İstanbulda bir lisede okullarına öyle giremeselerde başörtülü öğrenciler var , bir tanesi Ermenice öğrendi, üstelik Ermeni Lisesindeki bazı öğrencilerle etkinlikler yaptılar. Ermeni öğrenciler Rümeysa adlı bu öğrencinin bunu neden yaptığını sorguluyorlar, şaşırıyorlar ve onun başörtülü olarak okula gidemediğini de öğreniyorlar. Çünkü Rümeysa hem Kürt hem Müslüman olarak zaten iki kere ayrımcılığa maruz kalmış bir kızımız. O Ermenileri duyuyor Ermeniler de onun sıkıntısını duymaya başlıyor. Veya Fırtına vadisinde olanlar , HES`ler, sürekli olarak birbirini tetikleyen toplumsal meseleler. Hiçbir zaman mutlak gerçeğe ulaşamayacağız belki ama her 24 Nisan`da Ermenilerin yaşadıklarına farklı bir yoldan bakma imkanı bulabileceğiz. Acılarını paylaşacağız, illa adına soykırım demiyeceğiz belki zaten 1 milyon kişi ölmüş buna soykırım denip denmemisinin bir anlamı kalmayacak belkide. Çünkü acı ölenin yakınında zaten taze kalıyor. Büyük acı denecek belki yani. Kimi yerlerde Ermenileri kestirmek için uğraşırkan birileri, müftüler de engel olmaya çalışıyordu. Aslında topyekün herşeyi içine alan önyargılı düşüncelerden kurtulabilme imkanımız ortaya çıktacak bunun için ümitliyim ben.
Burda da şöyle bir risk var artık tek bir gerçekliğe değil birden fazla gerçeklik ve doğru durumla karşı karşıyayız.. Bu kadar çoklu gerçeğin bulunduğu yerde radikalizm , ırkçılık gibi uç noktalar da ortaya çıkabilir ama gelecekte sanırım böyle bir ortak dil ve dertleri ortak bir şekilde paylaşma üzerinden yaşayabileceğiz diye düşünüyorum.
– Hocam çok teşekkürler yorduk sizi..
Estağfirullah hazırlıksız konuştuk biraz ama Gaziantep`te sizlerle tanışmak güzeldi.
FATİH TAMER